Birgün Gazetesi'nin sorularını yanıtladım. Söyleşinin tam hali:


SÜLEYMANİYE'NİN ÖZERKLİK ADIMI BİRİKEN SORUNLARIN YANSIMASI

Irak ve Suriye hattında Kürtlerin merkezinde olduğu birbirinden çarpıcı gelişmeler dikkat çekici. Özerklik talep eden Süleymaniye ile Erbil arasındaki gerilim, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ile merkezi Bağdat hükümeti hattında yaşanan kriz hepsi yeni bir denklemin işaretleri.

Araştırmacı yazar Faysal Dağlı, Irak ve Suriye’de Kürtlerin ana aktörü olduğu gelişmeleri değerlendirdi.

İbrahim Varlı


- Süleymaniye’nin özerklik/öz yönetim talebi ne anlama geliyor? Bunu nasıl okumak lazım?


Kürdistan Bölgesi, politik ve toplumsal olarak ‘Sarı’ ve ‘Yeşil’ adı verilen iki bölgeden meydana gelmektedir. Sarı bölge Erbil ve Duhok vilayetlerini kapsayan KDP’nin (Kürdistan Demokrat Partisi) nüfuz alanını, Yeşil Bölge ise Süleymaniye ve Halepçe bölgelerini kapsayan YNK’nin (Kürdistan Yurtseverler Birliği) etki alanını ifade etmektedir. İki partinin egemenlik alanları Dergele adıyla bilinen bir kontrol kapısı ile ayrışmaktadır. Ayrıca iki başat parti arasında kamuoyunda ‘fifty-fifty’ diye isimlendirilen bir ‘stratejik anlaşma’ da halen yürümekte olup, Kürdistan Bölgesi bu iki politik güç tarafından fiilen paylaşılmıştır. 


Bu iki gücün her birinin ayrı birer ordusu, asayişi, istihbaratı ve bürokrasisi vardır. Bu iki bölgede tarihsel olarak ‘Celali ve Melayi’ diye ifade edilen Talabani ve Barzani ailelerinin geleneksel hakimiyeti söz konusudur. Keza bu güçlerin tarihi 1960’ların başından 2000’lere dek zaman zaman iç savaşlarla geçen çatışmalar hafızası ile yüklüdür. Yine iki gücün farklı lehçeler konuşması, şehir ve köy kültürü gibi farklılıklar, Saddam rejimi döneminde iki bölge arasında konulan bariyerler göreceli olarak birbirinden uzak duran iki toplum yaratmıştır. Politik rekabet de bu durumun sürmesine neden olmaktadır. Son zamanlarda bu realiteye Ezdi Kürdlerin yaşadığı Şengal bölgesi de eklemlenmiştir. 


1990’da ABD’nin, Kuveyt işgali nedeni ile Irak’a müdahale etmesi ardından kurulan Kürdistan Cephesi Hükümeti, 2005’de kurulan Federal Kürdistan Bölgesi ve koalisyon hükümetleri de iki bölgenin aktörleri arasındaki buzları tümden eritemedi.


Son yıllara dek ‘fifty-fifty’ rejimi büyük oranda sorunsuz uygulanırken, özellikle Süleymaniye bölgesinde Goran ve Yeni Nesil gibi reformist hareketlerin güçlenmesi ile ‘Yeşil Bölgede’ YNK aleyhinde bir takım gelişmeler yaşandı. Reform taraftarlarının bu rejime dahil edilmeleri, hükümete ortak edilmeleri sorunları daha da katmanlaştırdı. 


YNK kurucu lideri ve Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani ve Goran’ın (Değişim Hareketi) kurucu lideri Norşirwan Mustafa’nın ölümleri ardından Kürdistan Bölgesi’nde KDP/Barzani lehinde bir politik konjonktür gelişti. KDP’nin Kürdistan Bölgesi’nin Başkenti Erbil’deki hükümette dominant olması, hükümet ve bölge başkanlığı ile önemli bakanlık ve kurumlarda başat güç olması, YNK bölgesinin ihmal edilmesi gibi sonuçlara yol açtı. Süleymaniye merkezli toplumsal ve politik kimi güçlerin özellikle Celal Talabani’nin ölümü ardından, Kürdistan Bölgesi Federasyonu’ndan ayrılmak için zaman zaman talepte bulunmasının ardında bu sorunlar ve bunlara çözüm bulunamaması yatıyor. Benzer federatif talepler Basra ve Musul’da da taraftar buluyor. 


- KYB’nin bu hamlesinin arkasında ne var? Neden bu adım atıldı? İddia edildiği gibi İran bu hamlenin neresinde yer alıyor?


Süleymaniye’nin kendi başına federal bir bölge olma talebinin arkasında YNK’nin olduğu iddiaları kanıtlanmış değil. YNK yekpare bir parti de değil, hatta bildiğimiz manada ideolojik ve politik birliği olan klasik bir parti de değil. Farklı çıkar grupları, aileler, aşiretler ve politik eğilimlerden oluşan bir tür koalisyon. Talabani’nin ölümü ardından bir konsey tarafından yönetilmesi ardından, geçtiğimiz yıl yapılan kongrede ise Talabani ailesinin iki farklı kolunun temsil edildiği bir eş başkanlık sistemine geçildi. Eş Başkanlar Pavel Talabani ile kuzeni Lahur Şeyh Cengi arasında özellikle Erbil Hükümeti ve Barzani Ailesi ile ilişkiler konusunda ciddi çelişkiler olduğu bilinmektedir. Celal Talabani’nin diğer oğlu Kubat, Erbil Hükümetinde Başbakan Yardımcısı olarak Barzani Kabinesinde görev yapmakta. Talabani’nin YNK Eş Başkanı ve Başbakan Yardımcısı olan oğulları Pavel ve Kubat, KDP ve Barzani Ailesi ile iyi ilişkilere sahip iken, kuzenleri Lahur Şeyh Cengi ve çevresi ise Barzani Ailesi ile rekabet içinde. 

Süleymaniye ve Helebçe’nin, Erbil ve Duhok’a göre daha büyük sorunları var. Gerek bütçeden alınan pay, gerekse bu bölgedeki yatırımların Erbil ve Duhok gibi KDP etkisindeki bölgelere göre geri olduğu biliniyor. Örneğin Kürdistan’da üretilen 10 birimlik petrolün sadece 1 birimi Süleymaniye bölgesinde üretiliyor. 


Öte yandan Bağdat merkezi hükümetinin, Erbil’deki KDP ağırlıklı hükümet üzerinden Kürdistan Bölgesi’ne verdiği bütçeden Süleymaniye’nin yeterince ve adilce faydalanmadığı yolunda öteden beri şikayetler var. 2014 yılından bu yana Irak devletinin Kürdistan’a vermesi gereken bütçeyi hem yüzde 3 oranında azaltması, hem de uzun süreli ve sık sık kesintiye gitmesi, bölgede şiddetin hakim olduğu ayaklanmalara neden oluyor. Irak merkezi hükümeti, anayasaya göre, merkezi bütçede toplanması gereken petrol ve gümrük kapılarından elde edilen gelirleri Kürdistan Hükümeti’nden istemekte, ancak Kürd Hükmetinin bu konuda üzerine düşeni yapmadığını öne sürerek bütçe kesintisini yapmaktadır. 2014’de Maliki yönetimi döneminde başlayan bütçe kesintisi ile maaşların verilmemesi Kürd halkında ciddi tepkilere neden olmaktadır. Maaşlı geniş kesimler, yıllardır biriken alacakları bir yana, 3-4 ayda bir maaşlarının sadece küçük bir kısmını alabilmektedir. Egemen siyasi partilerin uyguladığı petrol ekonomisinin halkı üretimden koparıp, kendi hükümranlıklarına bağlamayı esas alan ve ‘toplumu maaşlandırarak yönetmede’ ısrar etmesi sorunların daha da büyümesine neden olmaktadır. Bölgede halen elektrik, iş, üretim, yolsuzluk, hukuksuzluk gibi temel altyapı ve sosyal, yönetsel sorunlar çözülmüş değil. 


Kürdistan Hükümeti’nin kendi ayakları üzerinde duracak bir üretim ekonomisine sahip olmaması, ve ülkede kontrolden çıkan ve yönetici ailelerin de karıştığı büyük ve kronik yolsuzluklar da halkın büyük tepkisine neden oluyor. Keza insan hakları konusunda çok ciddi gerilemeler yaşanıyor. ABD Dışişleri Bakanlığı da, geçtiğimiz ay yayınladığı İnsan Hakları Raporunda, Kürdistan Bölgesi Hükümetine ciddi suçlama ve uyarılar yaptı. 

Tüm bu sorunların birikmesi, bir türlü çözülememesi, Süleymaniye’de olup bitenlerlerden KDP’nin sorumlu olduğu yolunda bir tepkiye neden olmaktadır. Ancak aynı tepki kısmen YNK ve hatta Goran’a karşı da var. Dolayısı ile Süleymaniye’de vücut bulan ayrılma fikrinin arkasında esas olarak YNK’nin olduğu tezinin doğru olmadığını düşünüyorum.


Hükümet ortağı olan YNK’nin, Goran ve İslami partilerin de kendi bölgelerindeki sorunlara çözüm üretememeleri, alternatif olamamaları, ‘özerklik talepleri’ konusunda sessiz kalmalarına neden olmakta. Bu şekilde Süleymaniye’nin ancak özerklik ile bu sorunlardan kurtulabileceğine dair fikirler bölgede yaygınlaşmaya devam ediyor. Özetle tüm bu olup bitenler, genel olarak başat iki parti arasında fiilen devam eden iki ayrı yönetim tarzından kaynaklanmaktadır. 

İran, Irak ve Türk devletleri bu sorunda, Kürdistan’ın siyasal ve yönetsel olarak kurumsallaşmasını engelleme çabaları ile rol almaktadır. Ancak esas sorumlu, halkın ve ülkenin temel sorunlarına 30 yıldır çözüm üretemeyen Kürd siyaset sınıfıdır.


- Erbil yönetiminin -KDP- buna yanıtı ne olur? Bu hamle hep politik denklemde ne ifade ediyor?


Son birkaç yılda KDP, Süleymaniye’deki siyasi partiler ve oluşumlar üzerinde ciddi etki alanları geliştirdi. Örneğin reform talebi ile ülkede üçüncü güç haline gelen muhalif Goran Hareketini, hükümete ortak ederek, yönetici kadrosuna ayrıcalıklar vererek, geleneksel yönetim tarzına alternatif olma olasılığını ortadan kaldırdı. Yani şu anda Kürdistan Bölgesinde bir muhalefet partisi yok! Tüm partiler hükümet ortağı ve imtiyazlardan faydalanıyor. Keza KDP’nin, YNK yönetici kadrosu üzerinde de ciddi bir etki kurduğu, İslami partileri de kimi olanaklar sağlayarak ciddi rakipler olmaktan çıkardığı, bu şekilde diğer güçleri yedekleyerek, Kürdistan Bölgesi’nde iktidar monopolu oluşturduğu yolunda bir izlenim var. Yanısıra KDP’nin ‘Yeşil Bölgede’ de örgütlenmeye, oy tabanı oluşturmaya, aşiret ve kanaat liderleri ile ilişkilenmeye önem verdiği de görülüyor. Bu şekilde Süleymaniye’de ortaya çıkan halkın tepkisini kendi bölgelerindeki partilere yöneltmeye çalıştığı da vaki. Bu anlamda Kürdistan’da işsizlik ve maaşsızlık protestolarında Süleymaniye ve Helebçe’de ciddi şiddet olaylarının yaşanması dikkat çekiyor. Aynı sorunları yaşayan Erbil ve Duhok’ta ise daha cılız tepkiler görülüyor.


Ancak Süleymaniye’nin gerçekten Kürdistan Federasyonu’ndan ayrılması KDP’nin de kabul etmek istemeyeceği bir durum olur. Kürdistan’ın sınırlarının ve olanaklarının küçülmesi ve parçalanması KDP’nin de lehine olmaz. Kürdlerin Bağdat’a karşı elini zayıflatır. 


Öte yandan ayrılma süreci ciddi bir yasal ve bürokratik süreç gerektirir ki, Bağdat’ın bile bu konuda  nereye varacağı belirsiz olan böylesi bir sürece destek verebileceğini, kışkırtabileceğini sanmıyorum. Ancak, Bağdat’ın, Kürdleri, kendi içlerinde sorunlu ve parçalı tutarak, kolay bir partner halinde tutmaya çalışacağını düşünüyorum. Zaten ayrılma prosesinin başlatılması için gerekli olan imza kampanyalarının bile başarıya ulaşamaması bu işin arkasında ciddi örgütlü güçlerden ziyade, meselenin KDP’ye karşı el yükseltmek isteyen kesimlerin veya toplumun kimi kesimleri arasında dönemsel tepkiler olduğunu gösteriyor. Kürdistan halkının ayrışmadan ziyade, derli toplu, demokratik-katılımcı bir yönetime, üretim ekonomisine ve adalete ihtiyacı var. 


- ABD’nin İran’ı kuşatma hamlesi ortadayken Kürtler bu denklemde nerede duruyor? 


ABD’nin İran’ı kuşatma/zorlama siyasetinin Biden yönetimi ile yeni bir aşamaya evrildiği görülüyor. Biden, Trump’tan farklı olarak İran’ı nükleer enerji üretimi konusunda masaya çekmeyi öncelliyor. Ambargo ve kısıtlamalar altında ekonomisi iflas eden İran yönetiminin de alternatifi yok. Zaten İran kendi nükleer tesislerine yönelik ABD ve İsrail kaynaklı real ve siber saldırıları bile engelleyecek durumda değil. Yakın zamanda nükleer görüşmeler masası kurulacak ve Obama dönemindeki ‘nükleerden vazgeçme karşılığında ambargodan vazgeçme’ gündeme gelecektir. Kürdlerin bu sorunda aktör olma durumları yok, süreci izlemekle yetiniyorlar. Kürdleri, İran’a uygulanan ambargo boyutu ile ilgilendiren sorunlar; sınır ticareti ve petrol alışverişinin kısıtlanması gibi konular. ABD’nin bu konuda dikkat çektiği şey; geçmişte Türkiye’de Zarab olayında ortaya çıkan örnekte olduğu gibi, Kürdlerin İran petrolünün dışarıya satılmasında aracılık yapmaması ve petrol kaçakçılığına izin vermemeleri.


Ancak, İran-Batı ilişkilerinde nükleer enerji konusu kadar sorunlu olan alan; Tahran’ın Şii Hilali eksenli bölgesel saldırganlık politikası. Kürdleri oldukça yakından ilgilendiren bu durum gerek Irak, gerekse Suriye Kürdlerinin günlük yaşamlarına tesir edecek kadar önemli bir konu. Kürd siyasetinin, İran’a bulaşmadan, tepkisini çekmeden ve onları zorlamadan ‘iyi komşuluk’ dairesinde kalmak dışında bir tavırları yok. Ancak bu durum, Kürdistan Bölgesi’ne sığınmış, orda üslenmiş İran Kürdistanı muhalefetinin kontrol altında tutulmasına ve elinin kolunun bağlanmasına da neden olmaktadır. 


- Biden ABD’sinin küresel yönelimleri ortadayken, Kürtler bu denklemde nerede duruyor?


Biden yönetiminin, Trump’ın ABD’yi kendi içinde sınırlamak isteyen siyasetinden farklı olarak, yeniden küresel bir aktöre dönüştürme yoluna gireceği anlaşılıyor. ‘Amerika geri döndü’ diye formüle edilen yeni siyasette Ortadoğu’nun merkezi bir alan olmayacağı, orada daha çok diplomasi ve gerektiğinde kimi zaman sınırlı askeri müdahelelerle yol alacağı anlaşılıyor. ABD, ‘geri dönme’ bağlamında Çin ve Rusya’daki otokrat rejimlerle siyasi ve ekonomik rekabete girişerek onları sınırlamaya çalışacak, dünyada gelişen demokrasi dışı eğilimleri kontrol altına alarak, ‘Batı değerlerini’ yeniden hakim kılıp liberal sosyo-ekonomik düzeni zayıfladığı yerden diriltmeye ağrılık verecektir. 


Elbette demokrasinin reorganizasyonu bağlamı Kürdleri yakından ilgilendirecek bir durumdur. Kürdistan’da ve hakim ülkelerdeki totaliter rejimlerin ABD eliyle ıslah edilmeleri, dönüştürülmeleri veya işbirliğine zorlanmaları, Kürd meselesine en azından ‘soft’ yöntemlerle çözüm aranmasına neden olacaktır. Bu anlamda İran, Irak, Suriye ve Türkiye’de demokrasinin geliştirilmesi, milli sorunlara şiddetsiz çözümler aranması veya bu yönlü hak taleplerine devlet terörü ile yanıt verilmesinin engelleneceği umudu vardır. Örneğin, Biden’ın yönetimi devralması ardından Türkiye’nin, Rojava Kürdlerine karşı askeri tehditleri, Güney’de işgal operasyonları gibi eylemlerinde bir azalmanın olduğu gözleniyor. Bu durum İran’ın Güney ve Rojava’daki pozisyonlarını da etkilemektedir. Keza Suriye rejiminin, Kürdlere karşı savaş tehditleri de zayıflamıştır. Bu rejimler, ABD’nin yeni dönem siyasetini ve sonuçlarını kestiremedikleri için rölantide beklemektedir. 


Batı Dünyası’nın Kürdistan meselesindeki çifte standartlı siyaseti, bölgeyi elde tutmak için baskıcı rejimlerle dehşet dengesi kuran, çözümsüzlük ve şiddet üreten statükosunun kullanım süresi sona ermiştir. Bu aşamada Kürdler, bölgesel denklemde uluslararası güçlerin, özellikle Batı’nın tarihi, ahlaki ve siyasi sorumluluklarını yerine getirmelerini talep ediyor.


- Irak-Suriye hattında Kürtler ne gibi bir projeksiyona sahip?


Irak ve Suriye’deki Kürd siyaseti farklı ideolojik ve siyasi eğilimlerine rağmen kendi kendilerini yönetme konusunda benzer bir yaklaşıma sahipler. İki yakada farklı sorunlar ve bunlara çözüm arayışları var. Ancak yakın zamanda olup bitenlerden ve ideal boyutundan soyutlarsak Kürd siyasetinin Irak ve Suriye’de şu an itibarı ile milli bir devlet kurma perspektifini öncellediği söylenemez. Böylesi bir cihet ancak hakim devletlerde kontrolden çıkan siyasi durumun sonucunda gelişebilir. Ana akım Kürd siyaseti, demokratik konferedal bir sistemin uluslar/etnik ve dinsel gruplar arasındaki sorunları çözebileceğini savunuyor. Ancak tüm parçalarda ve diasporada aydın sınıfı ve halkın önemli bir kesimi, onyıllardır kendilerine soykırımlar uygulayan, ırkçı toplumlar ve devletler ile bir arada yaşamanın anlamını sorguluyor. 


Irak’ta merkezi hükümetlerin ülkeyi yönetememesi, yıllardır kronikleşen sosyal-siyasal sorunların çözülememesi, dinsel ve etnik gruplar arasındaki düşmanlığın aşılamaması, İran ve Türkiye’nin ülkeyi istikrarsızlaştırma çabaları, Kürdler ile rejim arasında ciddi bir güven bunalımına neden olmaktadır. Keza 2005 yılından bu yana Mendeli’den, Kerkük’e ve Şengal’e uzanan ‘statüsü tartışmalı toprakların’ Anayasanın 140. Maddesi gereğince Kürdistan Bölgesine iade edilmemesi Kürdler arasından Irak’tan kopma yolunda ciddi bir ivme yaratmaktadır. Siyasetin giderek güçlenen bu toplumsal iradeyi reel-politik adına bentlemesi sonsuza dek süremez. Irak devletinin, soykırımlardan geçirdiği Kürdlerin tüm haklarını iade etmemesi ve mevcut Kürd siyasetinin çözüm üretememesi, yeni muhalefet dalgaları yaratacaktır.


Öte yandan Suriye’de Kürdlerin uzlaşma çabalarının akamete uğraması, Esad rejimin eski refleksler ile tepki verip teslimiyeti dayatmaya devam etmesi, bu parçada da Kürd siyasetini zorluyor. Esad’ın bu tavrında ısrar etmesi veya post-Esad süreçte Kürdlerin milli haklarının garanti altına alındığı bir anayasa yapılmaması, haklarının iade edilmemesi, kazanımlarının gasp edilmeye çalışılması, veya Kürd devriminin geri bir rejime entegre edilmeye çalışılması mevcut dengeyi sarsacak, Kürdleri kendi başlarının çaresine bakmaya yöneltecektir. Belki reel-politik; Rusya ve NATO’nun etki alanlarındaki ülkelerin parçalanmasına teorik olarak izin vermiyor, ancak bu güçlerin denge tutturamadığı Yugoslavya benzeri kontrolden çıkan bir konjonktürün gelişmesi durumunda Kürd siyasetinin bu ülkelerde kendi planını yapması dışında bir seçeceği kalmayacaktır.


- SDG-ABD ilişkisi derinleşirken PKK/Kandil bu duruma nasıl yaklaşıyor?


ABD’nin mevcut durumda SDG ile ilişkisinin derinleştiğini söylemek için henüz erken. Böylesi bir durumdan söz etmek için, açık politik ilişkilerin kurulmasını beklemek gerek. ABD’nin yeni yönetiminin bu bağlamda Türkiye ve Suriye devletlerinin Kürdlere yönelik saldırganlıklarını/kaygılarını daha fazla önemsemeyeceği/yol vermeyeceği söylenebilir. Ancak, ABD’nin Suriye’de kalma veya Kürdlere koruma sağlama konusunda nasıl bir ajandaya sahip olduğu henüz net olarak bilinmiyor. Biden’in Afganistan’dan çekilmeyi kararlaştırıldığı bu süreçte, Suriye’de DAİŞ karşıtı mücadeleye ne denli yoğunlaşacaklarını, Suriye rejimini dönüştürme konusunda nereye kadar gidebileceklerini kestirmek kolay değil. Trump yönetiminin Serêkeniye ve hatta Afrin’i Türk ordusuna açmasının neden olduğu  travmanın henüz taze olduğu da unutmamalı. Keza Kürdlerin ihtiyacı olan hava sahasını koruma ve güçlü savunma sistemlerinin halen verilmemesi de askeri olarak devam eden güvensizlik faktörleri şeklinde duruyor. 


Öte yandan Avrupa ülkelerinin Rojava’da tutuklu olan DAİŞ üyesi vatandaşlarını iade almaması, veya orda yargılanmalarına yanaşmaması, Rojava ve Kuzey Suriye’de yaşayan 5 milyonluk nüfusun altyapı gibi ihtiyaçlarını gözardı ederek, İdlib’te HTŞ’ye güya mülteci akınını engellemek adına maddi yardımda bulunması, Rojava güçleri ile açık siyasi ilişki kurmaması, Cenevre sürecine katılmalarına yanaşmaması gibi yaklaşımlar Kürdlerin, Batı Dünyasına güven konusunda ikirciklenmelerine sebep oluyor. 


Tüm bu durumlar Kürd siyasetinin, gerek Irak, gerekse Suriye’de (PKK’nin de) yerel devletler/veya bölgedeki diğer güçlerle dengeli ve çok seçenekli bir siyaset yürütmesine neden oluyor. Bu bağlamda Rojava yönetiminin zaman zaman ABD ve Avrupa'ya, Kürdlerin DAİŞ vahşetine karşı dünya halklarının güvenliği ve özgürlüğü adına da yürüttüğü direnişi hatırlatması, Batı’nın çifte standartlı siyasetine karşı temkinli davrandıklarını ifade ediyor. 


- Süleymaniye’nin özerklik/öz yönetim talebi ne anlama geliyor? Bunu nasıl okumak lazım?


Kürdistan Bölgesi, politik ve toplumsal olarak ‘Sarı’ ve ‘Yeşil’ adı verilen iki bölgeden meydana gelmektedir. Sarı bölge Erbil ve Duhok vilayetlerini kapsayan KDP’nin (Kürdistan Demokrat Partisi) nüfuz alanını, Yeşil Bölge ise Süleymaniye ve Halepçe bölgelerini kapsayan YNK’nin (Kürdistan Yurtseverler Birliği) etki alanını ifade etmektedir. İki partinin egemenlik alanları Dergele adıyla bilinen bir kontrol kapısı ile ayrışmaktadır. Ayrıca iki başat parti arasında kamuoyunda ‘fifty-fifty’ diye isimlendirilen bir ‘stratejik anlaşma’ da halen yürümekte olup, Kürdistan Bölgesi bu iki politik güç tarafından fiilen paylaşılmıştır. 


Bu iki gücün her birinin ayrı birer ordusu, asayişi, istihbaratı ve bürokrasisi vardır. Bu iki bölgede tarihsel olarak ‘Celali ve Melayi’ diye ifade edilen Talabani ve Barzani ailelerinin geleneksel hakimiyeti söz konusudur. Keza bu güçlerin tarihi 1960’ların başından 2000’lere dek zaman zaman iç savaşlarla geçen çatışmalar hafızası ile yüklüdür. Yine iki gücün farklı lehçeler konuşması, şehir ve köy kültürü gibi farklılıklar, Saddam rejimi döneminde iki bölge arasında konulan bariyerler göreceli olarak birbirinden uzak duran iki toplum yaratmıştır. Politik rekabet de bu durumun sürmesine neden olmaktadır. Son zamanlarda bu realiteye Ezdi Kürdlerin yaşadığı Şengal bölgesi de eklemlenmiştir. 


1990’da ABD’nin, Kuveyt işgali nedeni ile Irak’a müdahale etmesi ardından kurulan Kürdistan Cephesi Hükümeti, 2005’de kurulan Federal Kürdistan Bölgesi ve koalisyon hükümetleri de iki bölgenin aktörleri arasındaki buzları tümden eritemedi.


Son yıllara dek ‘fifty-fifty’ rejimi büyük oranda sorunsuz uygulanırken, özellikle Süleymaniye bölgesinde Goran ve Yeni Nesil gibi reformist hareketlerin güçlenmesi ile ‘Yeşil Bölgede’ YNK aleyhinde bir takım gelişmeler yaşandı. Reform taraftarlarının bu rejime dahil edilmeleri, hükümete ortak edilmeleri sorunları daha da katmanlaştırdı. 


YNK kurucu lideri ve Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani ve Goran’ın (Değişim Hareketi) kurucu lideri Norşirwan Mustafa’nın ölümleri ardından Kürdistan Bölgesi’nde KDP/Barzani lehinde bir politik konjonktür gelişti. KDP’nin Kürdistan Bölgesi’nin Başkenti Erbil’deki hükümette dominant olması, hükümet ve bölge başkanlığı ile önemli bakanlık ve kurumlarda başat güç olması, YNK bölgesinin ihmal edilmesi gibi sonuçlara yol açtı. Süleymaniye merkezli toplumsal ve politik kimi güçlerin özellikle Celal Talabani’nin ölümü ardından, Kürdistan Bölgesi Federasyonu’ndan ayrılmak için zaman zaman talepte bulunmasının ardında bu sorunlar ve bunlara çözüm bulunamaması yatıyor. Benzer federatif talepler Basra ve Musul’da da taraftar buluyor. 


- KYB’nin bu hamlesinin arkasında ne var? Neden bu adım atıldı? İddia edildiği gibi İran bu hamlenin neresinde yer alıyor?


Süleymaniye’nin kendi başına federal bir bölge olma talebinin arkasında YNK’nin olduğu iddiaları kanıtlanmış değil. YNK yekpare bir parti de değil, hatta bildiğimiz manada ideolojik ve politik birliği olan klasik bir parti de değil. Farklı çıkar grupları, aileler, aşiretler ve politik eğilimlerden oluşan bir tür koalisyon. Talabani’nin ölümü ardından bir konsey tarafından yönetilmesi ardından, geçtiğimiz yıl yapılan kongrede ise Talabani ailesinin iki farklı kolunun temsil edildiği bir eş başkanlık sistemine geçildi. Eş Başkanlar Pavel Talabani ile kuzeni Lahur Şeyh Cengi arasında özellikle Erbil Hükümeti ve Barzani Ailesi ile ilişkiler konusunda ciddi çelişkiler olduğu bilinmektedir. Celal Talabani’nin diğer oğlu Kubat, Erbil Hükümetinde Başbakan Yardımcısı olarak Barzani Kabinesinde görev yapmakta. Talabani’nin YNK Eş Başkanı ve Başbakan Yardımcısı olan oğulları Pavel ve Kubat, KDP ve Barzani Ailesi ile iyi ilişkilere sahip iken, kuzenleri Lahur Şeyh Cengi ve çevresi ise Barzani Ailesi ile rekabet içinde. 


Süleymaniye ve Helebçe’nin, Erbil ve Duhok’a göre daha büyük sorunları var. Gerek bütçeden alınan pay, gerekse bu bölgedeki yatırımların Erbil ve Duhok gibi KDP etkisindeki bölgelere göre geri olduğu biliniyor. Örneğin Kürdistan’da üretilen 10 birimlik petrolün sadece 1 birimi Süleymaniye bölgesinde üretiliyor. 


Öte yandan Bağdat merkezi hükümetinin, Erbil’deki KDP ağırlıklı hükümet üzerinden Kürdistan Bölgesi’ne verdiği bütçeden Süleymaniye’nin yeterince ve adilce faydalanmadığı yolunda öteden beri şikayetler var. 2014 yılından bu yana Irak devletinin Kürdistan’a vermesi gereken bütçeyi hem yüzde 3 oranında azaltması, hem de uzun süreli ve sık sık kesintiye gitmesi, bölgede şiddetin hakim olduğu ayaklanmalara neden oluyor. Irak merkezi hükümeti, anayasaya göre, merkezi bütçede toplanması gereken petrol ve gümrük kapılarından elde edilen gelirleri Kürdistan Hükümeti’nden istemekte, ancak Kürd Hükmetinin bu konuda üzerine düşeni yapmadığını öne sürerek bütçe kesintisini yapmaktadır. 2014’de Maliki yönetimi döneminde başlayan bütçe kesintisi ile maaşların verilmemesi Kürd halkında ciddi tepkilere neden olmaktadır. Maaşlı geniş kesimler, yıllardır biriken alacakları bir yana, 3-4 ayda bir maaşlarının sadece küçük bir kısmını alabilmektedir. Egemen siyasi partilerin uyguladığı petrol ekonomisinin halkı üretimden koparıp, kendi hükümranlıklarına bağlamayı esas alan ve ‘toplumu maaşlandırarak yönetmede’ ısrar etmesi sorunların daha da büyümesine neden olmaktadır. Bölgede halen elektrik, iş, üretim, yolsuzluk, hukuksuzluk gibi temel altyapı ve sosyal, yönetsel sorunlar çözülmüş değil. 


Kürdistan Hükümeti’nin kendi ayakları üzerinde duracak bir üretim ekonomisine sahip olmaması, ve ülkede kontrolden çıkan ve yönetici ailelerin de karıştığı büyük ve kronik yolsuzluklar da halkın büyük tepkisine neden oluyor. Keza insan hakları konusunda çok ciddi gerilemeler yaşanıyor. ABD Dışişleri Bakanlığı da, geçtiğimiz ay yayınladığı İnsan Hakları Raporunda, Kürdistan Bölgesi Hükümetine ciddi suçlama ve uyarılar yaptı. 


Tüm bu sorunların birikmesi, bir türlü çözülememesi, Süleymaniye’de olup bitenlerlerden KDP’nin sorumlu olduğu yolunda bir tepkiye neden olmaktadır. Ancak aynı tepki kısmen YNK ve hatta Goran’a karşı da var. Dolayısı ile Süleymaniye’de vücut bulan ayrılma fikrinin arkasında esas olarak YNK’nin olduğu tezinin doğru olmadığını düşünüyorum.


Hükümet ortağı olan YNK’nin, Goran ve İslami partilerin de kendi bölgelerindeki sorunlara çözüm üretememeleri, alternatif olamamaları, ‘özerklik talepleri’ konusunda sessiz kalmalarına neden olmakta. Bu şekilde Süleymaniye’nin ancak özerklik ile bu sorunlardan kurtulabileceğine dair fikirler bölgede yaygınlaşmaya devam ediyor. Özetle tüm bu olup bitenler, genel olarak başat iki parti arasında fiilen devam eden iki ayrı yönetim tarzından kaynaklanmaktadır. 

İran, Irak ve Türk devletleri bu sorunda, Kürdistan’ın siyasal ve yönetsel olarak kurumsallaşmasını engelleme çabaları ile rol almaktadır. Ancak esas sorumlu, halkın ve ülkenin temel sorunlarına 30 yıldır çözüm üretemeyen Kürd siyaset sınıfıdır.


- Erbil yönetiminin -KDP- buna yanıtı ne olur? Bu hamle hep politik denklemde ne ifade ediyor?


Son birkaç yılda KDP, Süleymaniye’deki siyasi partiler ve oluşumlar üzerinde ciddi etki alanları geliştirdi. Örneğin reform talebi ile ülkede üçüncü güç haline gelen muhalif Goran Hareketini, hükümete ortak ederek, yönetici kadrosuna ayrıcalıklar vererek, geleneksel yönetim tarzına alternatif olma olasılığını ortadan kaldırdı. Yani şu anda Kürdistan Bölgesinde bir muhalefet partisi yok! Tüm partiler hükümet ortağı ve imtiyazlardan faydalanıyor. Keza KDP’nin, YNK yönetici kadrosu üzerinde de ciddi bir etki kurduğu, İslami partileri de kimi olanaklar sağlayarak ciddi rakipler olmaktan çıkardığı, bu şekilde diğer güçleri yedekleyerek, Kürdistan Bölgesi’nde iktidar monopolu oluşturduğu yolunda bir izlenim var. Yanısıra KDP’nin ‘Yeşil Bölgede’ de örgütlenmeye, oy tabanı oluşturmaya, aşiret ve kanaat liderleri ile ilişkilenmeye önem verdiği de görülüyor. Bu şekilde Süleymaniye’de ortaya çıkan halkın tepkisini kendi bölgelerindeki partilere yöneltmeye çalıştığı da vaki. Bu anlamda Kürdistan’da işsizlik ve maaşsızlık protestolarında Süleymaniye ve Helebçe’de ciddi şiddet olaylarının yaşanması dikkat çekiyor. Aynı sorunları yaşayan Erbil ve Duhok’ta ise daha cılız tepkiler görülüyor.


Ancak Süleymaniye’nin gerçekten Kürdistan Federasyonu’ndan ayrılması KDP’nin de kabul etmek istemeyeceği bir durum olur. Kürdistan’ın sınırlarının ve olanaklarının küçülmesi ve parçalanması KDP’nin de lehine olmaz. Kürdlerin Bağdat’a karşı elini zayıflatır. 


Öte yandan ayrılma süreci ciddi bir yasal ve bürokratik süreç gerektirir ki, Bağdat’ın bile bu konuda  nereye varacağı belirsiz olan böylesi bir sürece destek verebileceğini, kışkırtabileceğini sanmıyorum. Ancak, Bağdat’ın, Kürdleri, kendi içlerinde sorunlu ve parçalı tutarak, kolay bir partner halinde tutmaya çalışacağını düşünüyorum. Zaten ayrılma prosesinin başlatılması için gerekli olan imza kampanyalarının bile başarıya ulaşamaması bu işin arkasında ciddi örgütlü güçlerden ziyade, meselenin KDP’ye karşı el yükseltmek isteyen kesimlerin veya toplumun kimi kesimleri arasında dönemsel tepkiler olduğunu gösteriyor. Kürdistan halkının ayrışmadan ziyade, derli toplu, demokratik-katılımcı bir yönetime, üretim ekonomisine ve adalete ihtiyacı var. 


- ABD’nin İran’ı kuşatma hamlesi ortadayken Kürtler bu denklemde nerede duruyor? 


ABD’nin İran’ı kuşatma/zorlama siyasetinin Biden yönetimi ile yeni bir aşamaya evrildiği görülüyor. Biden, Trump’tan farklı olarak İran’ı nükleer enerji üretimi konusunda masaya çekmeyi öncelliyor. Ambargo ve kısıtlamalar altında ekonomisi iflas eden İran yönetiminin de alternatifi yok. Zaten İran kendi nükleer tesislerine yönelik ABD ve İsrail kaynaklı real ve siber saldırıları bile engelleyecek durumda değil. Yakın zamanda nükleer görüşmeler masası kurulacak ve Obama dönemindeki ‘nükleerden vazgeçme karşılığında ambargodan vazgeçme’ gündeme gelecektir. Kürdlerin bu sorunda aktör olma durumları yok, süreci izlemekle yetiniyorlar. Kürdleri, İran’a uygulanan ambargo boyutu ile ilgilendiren sorunlar; sınır ticareti ve petrol alışverişinin kısıtlanması gibi konular. ABD’nin bu konuda dikkat çektiği şey; geçmişte Türkiye’de Zarab olayında ortaya çıkan örnekte olduğu gibi, Kürdlerin İran petrolünün dışarıya satılmasında aracılık yapmaması ve petrol kaçakçılığına izin vermemeleri.


Ancak, İran-Batı ilişkilerinde nükleer enerji konusu kadar sorunlu olan alan; Tahran’ın Şii Hilali eksenli bölgesel saldırganlık politikası. Kürdleri oldukça yakından ilgilendiren bu durum gerek Irak, gerekse Suriye Kürdlerinin günlük yaşamlarına tesir edecek kadar önemli bir konu. Kürd siyasetinin, İran’a bulaşmadan, tepkisini çekmeden ve onları zorlamadan ‘iyi komşuluk’ dairesinde kalmak dışında bir tavırları yok. Ancak bu durum, Kürdistan Bölgesi’ne sığınmış, orda üslenmiş İran Kürdistanı muhalefetinin kontrol altında tutulmasına ve elinin kolunun bağlanmasına da neden olmaktadır. 


- Biden ABD’sinin küresel yönelimleri ortadayken, Kürtler bu denklemde nerede duruyor?


Biden yönetiminin, Trump’ın ABD’yi kendi içinde sınırlamak isteyen siyasetinden farklı olarak, yeniden küresel bir aktöre dönüştürme yoluna gireceği anlaşılıyor. ‘Amerika geri döndü’ diye formüle edilen yeni siyasette Ortadoğu’nun merkezi bir alan olmayacağı, orada daha çok diplomasi ve gerektiğinde kimi zaman sınırlı askeri müdahelelerle yol alacağı anlaşılıyor. ABD, ‘geri dönme’ bağlamında Çin ve Rusya’daki otokrat rejimlerle siyasi ve ekonomik rekabete girişerek onları sınırlamaya çalışacak, dünyada gelişen demokrasi dışı eğilimleri kontrol altına alarak, ‘Batı değerlerini’ yeniden hakim kılıp liberal sosyo-ekonomik düzeni zayıfladığı yerden diriltmeye ağrılık verecektir. 


Elbette demokrasinin reorganizasyonu bağlamı Kürdleri yakından ilgilendirecek bir durumdur. Kürdistan’da ve hakim ülkelerdeki totaliter rejimlerin ABD eliyle ıslah edilmeleri, dönüştürülmeleri veya işbirliğine zorlanmaları, Kürd meselesine en azından ‘soft’ yöntemlerle çözüm aranmasına neden olacaktır. Bu anlamda İran, Irak, Suriye ve Türkiye’de demokrasinin geliştirilmesi, milli sorunlara şiddetsiz çözümler aranması veya bu yönlü hak taleplerine devlet terörü ile yanıt verilmesinin engelleneceği umudu vardır. Örneğin, Biden’ın yönetimi devralması ardından Türkiye’nin, Rojava Kürdlerine karşı askeri tehditleri, Güney’de işgal operasyonları gibi eylemlerinde bir azalmanın olduğu gözleniyor. Bu durum İran’ın Güney ve Rojava’daki pozisyonlarını da etkilemektedir. Keza Suriye rejiminin, Kürdlere karşı savaş tehditleri de zayıflamıştır. Bu rejimler, ABD’nin yeni dönem siyasetini ve sonuçlarını kestiremedikleri için rölantide beklemektedir. 


Batı Dünyası’nın Kürdistan meselesindeki çifte standartlı siyaseti, bölgeyi elde tutmak için baskıcı rejimlerle dehşet dengesi kuran, çözümsüzlük ve şiddet üreten statükosunun kullanım süresi sona ermiştir. Bu aşamada Kürdler, bölgesel denklemde uluslararası güçlerin, özellikle Batı’nın tarihi, ahlaki ve siyasi sorumluluklarını yerine getirmelerini talep ediyor.


- Irak-Suriye hattında Kürtler ne gibi bir projeksiyona sahip?


Irak ve Suriye’deki Kürd siyaseti farklı ideolojik ve siyasi eğilimlerine rağmen kendi kendilerini yönetme konusunda benzer bir yaklaşıma sahipler. İki yakada farklı sorunlar ve bunlara çözüm arayışları var. Ancak yakın zamanda olup bitenlerden ve ideal boyutundan soyutlarsak Kürd siyasetinin Irak ve Suriye’de şu an itibarı ile milli bir devlet kurma perspektifini öncellediği söylenemez. Böylesi bir cihet ancak hakim devletlerde kontrolden çıkan siyasi durumun sonucunda gelişebilir. Ana akım Kürd siyaseti, demokratik konferedal bir sistemin uluslar/etnik ve dinsel gruplar arasındaki sorunları çözebileceğini savunuyor. Ancak tüm parçalarda ve diasporada aydın sınıfı ve halkın önemli bir kesimi, onyıllardır kendilerine soykırımlar uygulayan, ırkçı toplumlar ve devletler ile bir arada yaşamanın anlamını sorguluyor. 


Irak’ta merkezi hükümetlerin ülkeyi yönetememesi, yıllardır kronikleşen sosyal-siyasal sorunların çözülememesi, dinsel ve etnik gruplar arasındaki düşmanlığın aşılamaması, İran ve Türkiye’nin ülkeyi istikrarsızlaştırma çabaları, Kürdler ile rejim arasında ciddi bir güven bunalımına neden olmaktadır. Keza 2005 yılından bu yana Mendeli’den, Kerkük’e ve Şengal’e uzanan ‘statüsü tartışmalı toprakların’ Anayasanın 140. Maddesi gereğince Kürdistan Bölgesine iade edilmemesi Kürdler arasından Irak’tan kopma yolunda ciddi bir ivme yaratmaktadır. Siyasetin giderek güçlenen bu toplumsal iradeyi reel-politik adına bentlemesi sonsuza dek süremez. Irak devletinin, soykırımlardan geçirdiği Kürdlerin tüm haklarını iade etmemesi ve mevcut Kürd siyasetinin çözüm üretememesi, yeni muhalefet dalgaları yaratacaktır.


Öte yandan Suriye’de Kürdlerin uzlaşma çabalarının akamete uğraması, Esad rejimin eski refleksler ile tepki verip teslimiyeti dayatmaya devam etmesi, bu parçada da Kürd siyasetini zorluyor. Esad’ın bu tavrında ısrar etmesi veya post-Esad süreçte Kürdlerin milli haklarının garanti altına alındığı bir anayasa yapılmaması, haklarının iade edilmemesi, kazanımlarının gasp edilmeye çalışılması, veya Kürd devriminin geri bir rejime entegre edilmeye çalışılması mevcut dengeyi sarsacak, Kürdleri kendi başlarının çaresine bakmaya yöneltecektir. Belki reel-politik; Rusya ve NATO’nun etki alanlarındaki ülkelerin parçalanmasına teorik olarak izin vermiyor, ancak bu güçlerin denge tutturamadığı Yugoslavya benzeri kontrolden çıkan bir konjonktürün gelişmesi durumunda Kürd siyasetinin bu ülkelerde kendi planını yapması dışında bir seçeceği kalmayacaktır.


- SDG-ABD ilişkisi derinleşirken PKK/Kandil bu duruma nasıl yaklaşıyor?


ABD’nin mevcut durumda SDG ile ilişkisinin derinleştiğini söylemek için henüz erken. Böylesi bir durumdan söz etmek için, açık politik ilişkilerin kurulmasını beklemek gerek. ABD’nin yeni yönetiminin bu bağlamda Türkiye ve Suriye devletlerinin Kürdlere yönelik saldırganlıklarını/kaygılarını daha fazla önemsemeyeceği/yol vermeyeceği söylenebilir. Ancak, ABD’nin Suriye’de kalma veya Kürdlere koruma sağlama konusunda nasıl bir ajandaya sahip olduğu henüz net olarak bilinmiyor. Biden’in Afganistan’dan çekilmeyi kararlaştırıldığı bu süreçte, Suriye’de DAİŞ karşıtı mücadeleye ne denli yoğunlaşacaklarını, Suriye rejimini dönüştürme konusunda nereye kadar gidebileceklerini kestirmek kolay değil. Trump yönetiminin Serêkeniye ve hatta Afrin’i Türk ordusuna açmasının neden olduğu  travmanın henüz taze olduğu da unutmamalı. Keza Kürdlerin ihtiyacı olan hava sahasını koruma ve güçlü savunma sistemlerinin halen verilmemesi de askeri olarak devam eden güvensizlik faktörleri şeklinde duruyor. 


Öte yandan Avrupa ülkelerinin Rojava’da tutuklu olan DAİŞ üyesi vatandaşlarını iade almaması, veya orda yargılanmalarına yanaşmaması, Rojava ve Kuzey Suriye’de yaşayan 5 milyonluk nüfusun altyapı gibi ihtiyaçlarını gözardı ederek, İdlib’te HTŞ’ye güya mülteci akınını engellemek adına maddi yardımda bulunması, Rojava güçleri ile açık siyasi ilişki kurmaması, Cenevre sürecine katılmalarına yanaşmaması gibi yaklaşımlar Kürdlerin, Batı Dünyasına güven konusunda ikirciklenmelerine sebep oluyor. 


Tüm bu durumlar Kürd siyasetinin, gerek Irak, gerekse Suriye’de (PKK’nin de) yerel devletler/veya bölgedeki diğer güçlerle dengeli ve çok seçenekli bir siyaset yürütmesine neden oluyor. Bu bağlamda Rojava yönetiminin zaman zaman ABD ve Avrupa'ya, Kürdlerin DAİŞ vahşetine karşı dünya halklarının güvenliği ve özgürlüğü adına da yürüttüğü direnişi hatırlatması, Batı’nın çifte standartlı siyasetine karşı temkinli davrandıklarını ifade ediyor. 


Birgün link: https://www.birgun.net/haber/suleymaniye-nin-ozerklik-adimi-biriken-sorunlarin-yansimasi-342027

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar